Hayat dengeden ibarettir. Nereye bakarsanız bakın dengenin kendisini ya da yansımasını görürsünüz. Tezatlar bile kendi içerisinde dengeli olduğu ölçüde güzeldir, şıktır. Denge bozulduğu zaman hayat zorlaşır, sorunlar doğar ve güzel yerini çirkine; iyi yerini kötüye; kolay ise yerini zora bırakır. Mesela, dengeli beslenme sağlıklıdır, bedensel ve ruhsal mutluluk verir, bireyi güzelleştirir. Beslenmede dengeden uzaklaşıldığında hayat zorlaşır, hastalıklar başlar ve birey mutsuzlaşır. Doğanın kendine özgü bir dengesi vardır. Bu denge korunduğu müddetçe ihtişam olur. Bir bozulmaya görsün… Felaketler birbirini izler, hayat çekilmez bir hal alabilir. İlişkilerde de sihirli formül dengedir. İfrat ve tefritlerden uzak tutulmuş, dışarıdan müdahale edilmeksizin yolunda giden bir ilişki tüm tarafları mutlu, huzurlu kılar. Toplumları bir arada tutan esas unsur dengedir. Eşitlik, adalet, inanç sistemi… Hepsinin hamurunda denge vardır. Yaradan dünyayı yaratırken yüzlerce formül kulanmış ama sanki her formülün kökenini tek bir unsura dayandırmış. Dengeye…
Mevzu insan olduğunda, mantık bir kenara bırakılıp ihtiraslar ön plana çıktığında denge de sorgulanmaya başlanır. Denge bozulmaya başladığında ilk etapta otomatik dengeleyici mekanizmalar hızır gibi imdada yetişir. Yaradan dengeye o kadar çok önem vermiş ki, bozulmaması için ek önlemler almıştır. Mesela, zararlı bakteriler ya da virüsler vücuda girdiğinde otomatik bir dengeleyici olan bağışıklık sistemi devreye girer. Ateş otomatik olarak yükselir ve başlar zararlı unsurlarla mücadele etmeye. Doğada da birçok otomatik dengeleyici sistem vardır. Mesela, insan dışında hiçbir canlı atık yaratmaz. Sistem öyle bir işler ki, atık olarak görülen birçok unsur ya sisteme geri döner ya da otomatik olarak bertaraf edilir. Mesela arı binlerce çiçeği ziyaret eder, polen toplar, bu esnada o çiçeklerin döllenmesini sağlar, meyve tutumunu iyileştirir, bal yapar. Ortaya çıkan bal her anlamda faydalıdır, insanlara şifa dağıtır. Atık olarak ortada kalan balmumu ise isterseniz sizi aydınlatır, cilalamada kullanılır; isterseniz eşyalardaki delikleri tıkar, iplerinizi kayganlaştırır veya yeniden petek haline getirilir.
Bu muazzam dengeyi bozduğunuzda veya otomatik dengeleyici mekanizmaları etkisiz hale getirdiğinizde dengesizlik başgösterir. Denge bir kere bozulmaya görsün… Merkezkaç kuvveti devreye girer ve dengeden hızlıca uzaklaşılır. Kelebek etkisi gibi sonuçlarının neye sebebiyet vereceğini anlayamayacağımız etkiler başgösterir. Kendi kendini besleyen bir dengesizlik oluşur. Alınan önlemler ya da atılan adımlar dengesizliğe esas neden olan unsuru etkisiz kılmadıkça çare etmez. Hele bir de bu adımlar otomatik dengeleyicilere de zarar veriyorlarsa… Kaotik bir durum oluşabilir. Mesela, kötü beslenme nedeniyle hasta olup ateşi yükselen bir bebeğin beslenmesini düzeltmez, ateşini düşürmeye yönelik bir tedavi uygularsanız ateşi belki düşürebilirsiniz. Ama ateşin otomatik dengeleyici olduğunu düşünürsek, atılan adımın sorunu çözmek bir yana, daha büyük bir dengesizliğe neden olduğunu söylemek için doktor olmaya gerek yok. Hastalık ilerler… Sonra ağır ilaçlar alırız ki dengesizliği aşabilelim. Bu ilaçlar bağırsak florasını bozar, böbrek ve karaciğeri yorar… Halbuki sorunun esası olan beslenmeyi düzeltsek ya da ateşe biraz müsaade etsek sorun kendi kendine çözülecektir. Yani, dengeyi bozmak, dahası tedavisinde yanlış noktalara gitmek daha büyük sorunlara yol açar.
İktisat da hayatın bir parçası. İlgi alanı insan olduğu için sosyal bir konu… Ancak, denge unsurundan dolayı bir o kadar da fizik ve matematiğin parçası. Öyle ki, iyi iktisatçılar ya fizik, matematik öğretilerinden ya da sosyoloji ile felsefe sahalarından çıkmıştır. Sanki, iktisadın dengesini matematik ve fizik teşkil ederken dengesizliğini yaratan insan ya da toplum unsurlarıyla ise sosyoloji ve felsefe bilimleri ilgileniyor. Bu tanımın ilk kısmı klasik iktisat öğretisinin temelini oluştururken ikinci kısmı ise Keynesyen öğreti üzerinden inceleniyor. Sonraki öğretiler bu iki unsuru bir araya getirmeyi amaçlasalar da insanoğlunun sınırsız isteklerini modellemek ve doğanın sınırlı olduğu iddia edilen kaynakları ile eşleştirmek daima çözümlenmesi gereken bir sorun olmuştur. Zaten iktisadın tanımı da budur. Ya da bize dikte ettirilen tanımı. Zira, bir dengeden bahsediyorsak, denklemin her iki tarafı da eşitlenebilecek bir yapıda olması gerekir. Aksi taktirde dengeden bahsetmemiz mümkün olmaz. Yani, bize dikte ettirilen iktisat tanımında bir hata olmalı. Ya kaynaklar sınırlı değil ya da istekler veya ihtiyaçlar sınırsız değil. Bu soru çözülmeden iktisattaki dengesizliğin giderilmesi mümkün değil. Mesela basit bir örnek: 2008 krizi öncesinde petrolün yeterli olmadığı iddia edilip fiyatı varil bazında 150 dolara kadar yükselmişti. Aynı petrol için son yıllarda büyük bir arz fazlasından bahsediyoruz ve bu nedenle de geçen yıl varil fiyatı 26 dolara kadar geriledi. Beşte birinin de altına…
Felsefik bir giriş ve iktisadi tanımlamadaki sorunlar ile devam edip denge öğretisine odaklanan yazımızın güncel hedefine gelirsek… Hülasa, hem dünya hem de Türkiye ekonomisi önemli bir iktisadi dengesizlikle boğuşuyor. Dünya ekonomisi 2008’den bu yana büyümekte zorluk çekiyor. Sorunun temeline inmek yerine ultra-gevşek para politikaları ile aşılmaya çalışılan bu durum dengeyi sağlamak bir yana başka sorunları da beraberinde getirdi. Talebin arza oranla daha sınırlı artması devasa miktarda atıl kapasitelere neden oldu. Mesela dünyadaki demir çelik kapasitesinin yaklaşık yarısı atıl durumda. Normal şartlarda otomatik dengeleyici mekanizmalar çalışsaydı fiyatlar çok sert düşer ve yeni bir denge yakalanırdı. Ancak, tarihin bugüne kadar görmediği, bence bir daha da göremeyeceği bir likidite bolluğu ile fiyatların çökmesi engellendi, deflasyon sorunu aşıldı. Ama bu durum atıl kapasiteyi kronikleştirdi. Otomatik dengeleyiciler kârsız işletmelerin sistem dışına çıkmalarını gerektirirdi ki denge sağlanabilsin. Ancak, faizler o derece indirildi ki, hatta geçen sene bir ara dünyadaki tahvil stoğunun yarısına yakın bir kısmı negatif faize çekildi ki kârsız işletmeler dahi yaşamlarını sürdürebilir hale geldi. Bu sayede sistem zombi niteliğinde birçok işletme ile doldu. Sonuç olarak da krizin üzerinden yaklaşık 10 yıl geçmiş olmasına karşın sorunlar aşılamadı ve hâlâ olağanüstü koşulların getirdiği unsurlar ile yaşıyoruz. Ama diğer taraftan da ekonomik dengesizlik sosyal dengesizliğe yol açıp toplumsal huzursuzluk ve terörizm yaratıyor; gelir dağılımındaki eşitsizlik içe kapanık otoriter yönetimleri körüklüyor; işletmelerin kârsızlığı maaşları reel anlamda aşağı çekerek mutsuz çoğunluk yaratıyor… Nihayetinde de iktisadi sorunlar siyasal ve toplumsal kaoslara kapı aralıyor.
Türkiye ekonomisi de son yıllarda ivme yitiriyor. Bu eğilim siyasi belirsizlikler ile daha da pekişti. Gerçi siyasal belirsizlikleri iktisadi gelişmeden bütünü ile soyutlamak da doğru olmaz. Eğer 2002 sonrası başarılı ekonomik performans sürüyor olsaydı siyasi belirsizlikler de hiç şüphesiz daha az olacaktı. Bu ivme kaybı karşısında Türkiye sorunun temeline eğilmek yerine palyatif yöntemlere eğildi ve 2000’lerdeki reformist özelliğinden uzaklaştı. Teşvikleri katma değer yaratacak sektörler yerine kısa vadede değer yaratan inşaat sektörüne kanalize etti. Vergi indirimlerini üretime yönlendirmek yerine kısa vadede mutluluk sağlayacak tüketime yöneltti. Şirketlerin bozulan mali yapılarını rehabilite etmek yerine kredi garanti fonu gibi yapılarla sorunlar halı altına süpürüldü. Tasarruf oranlarını kalıcı ve sürdürülebilir bir şekilde artırmak adına güveni tesis etmek yerine alternatif yöntemler uygulandı. TL’deki değer kaybını engellemek adına ilk etapta faizde dengeye ulaşmada gecikildi, ortaya çıkan tahribatı, ki en önemlisi yüksek enflasyon olarak vuku buldu, tedavi etmek adına faizler denge noktasının da üzerine çekildi. Bu sefer de yüksek faiz şirketlerin borçlanma maliyetini yukarı çekince ekonomi yeniden baskılanma riski ile karşılaştı. Maliye politikası ile bunun etkisi hafifletilmeye çalışılsa da bu TCMB’nin enflasyona karşı mücadelesine zarar verdi. Kısacası, bir kez dengeden uzaklaşılması ve sonrasında da kalıcı önlemler yerine palyatif adımlar atılması bir yeri düzeltirken başka bir yeri bozdu. Görünen o ki bu eğilim sürecek. Yorgan küçük gelince bir taraftan çekmek diğer tarafın açıkta kalmasını beraberinde getiriyor.
İktisadi alanda yaşanan bu sorunların ana nedeni dengeden sapmak, yeniden dengeye ulaştıracak otomatik mekanizmaları gönüllü ya da gönülsüz devre dışı bırakmaktır. Bu sorunu çözebilmek adına yapılması gereken ilk şey dengenin doğru tanımlanmasıdır zira hedefi bilmeden sonuca ulaşılamaz. Bu da genelleme yapabilmek için iktisadın doğru tanımlanmasından geçiyor çünkü bize öğretilen iktisat tanımının gerçeklikle bir alakası yok. Hiç şüphesiz bu tanım bazı amaçlara hizmet ediyor olabilir ama tanımında dengesizlik olan bir şeyin ana hammaddesi denge olan yaşam olgusu ile bir arada zikredilmesi gerçekçi değil. Öyle bir tanım yapmalıyız ki, dengeli bir duruma işaret etsin. İmkansız ve kaotik bir ortama değil… Kafamdaki tanım her ayağı eşit boyda ve ağırlıkta olan sandalyeye benziyor. Dengede duracak ve işlevsel olacak dört ayaklı bir sandalye! Bu sandalyenin ayakları sırasıyla üretim, tüketim, ticaret ve bölüşüm olarak tanımlanabilir… Bu ayakların hepsi dengede olmadığı sürece sandalyenin gerçek işlevini yerine getirmesi mümkün değil. Görse bile tam bir memnuniyet yaratamaz. Kısa olan ayağın altına destek konulabilir, sallanan ayak gövdeye bağlanabilir ya da eksik ayakları telafi edebilmek adına o yönde duvara monte edilebilir. Ama bu şekilde en naif ifade ile estetik sorunu doğar. Ortam ve koşullar değiştiği zaman sandalye kullanılamaz… Demek ki, bu dört unsura dengeli ve gerçekçi bir şekilde yaklaşmak lazım.
Günümüzde üretim ya ihmal ediliyor ya da dengeli bir bakış açısı ile ele alınmıyor. Bazı ekonomilerde denge seviyesinin üzerinde bir üretim seviyesi ile atıl kapasite yaratılırken bazı ekonomilerde ise üretim nedense ihmal ediliyor. Gelişmiş ekonomilerde yaşam koşulları doğurganlığı azaltıp demografik sorunlara yol açmak suretiyle tüketimi baskılarken gelişen ekonomilerde ise göreceli olarak hızlı, dengesiz üreme bir yandan sosyal sorunlara neden oluyor, diğer yandan ise yüksek tüketim ile cari işlemler açığı sendromuna sebebiyet veriyor. Küresel ekonomik büyümenin garantisi olan ticaret, kısa vadede yerli ekonomiyi korumak adına uygulanan korumacı politikalarla zarar görüyor. Krizin etkili olduğu 2009 yılını bir kenara bırakırsak 2016’da küresel anlamda son üç onyılın en kötü ticaret performansı kaydedildi. O da dengesiz bir şekilde: Almanya gibi ekonomiler çok büyük fazla verirken Türkiye tarzındaki ekonomiler devasa açık verdiler. Bölüşüm kısmı ise oldukça akut. Belki ülkeler arası gelir dağılımında iyileşme oluyor ancak ülke içi gelir dağılımı hızlı bir şekilde bozuluyor. Terörizm neden şiddetleniyor ya da Trump tarzı liderler nasıl işbaşına geliyor sorusuna verilebilecek en yalın cevap buradan geçiyor. Sonuç itibariyle de ortaya ekonomik kriz çıkıyor. Halbuki reçete çok net! Dengeli olmak, daima dengeyi aramak ve otomatik dengeleyici mekanizmaları desteklemek. Aksi taktirde dengeden uzaklaşmanın kaos yaratması kaçınılmaz olacak.