2020 yılı geride kalırken dünyada yaşanan ekonomik ve finansal tablo

Her yıl olduğu üzere bu yıl da sene sonu piyasa sakinliğini fırsat bilip geçen yılı değerlendirip gelecek yıla ilişkin görüş ve değerlendirmelerde bulunmaya çalışacağız. Bugün ilk olarak 2020’de dünya ekonomisi ve finansal sistemini ele alıp geleceğe yönelik sunacağı sinyaller ışığında analiz etmeye gayret sarf edeceğiz.

2020 yılına dünya ekonomisi iyimser bir tablo ile başladı. Bir yandan ekonomik gelişmeler olumlu yönde evrilirken diğer yandan Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) destekleyici yönde politika adımları atması sonucunda küresel risk iştahının oldukça canlı olduğu bir yıl başlangıcı yaptık. Her şey yolunda gidiyordu. Makro verilere baktığımızda, ABD’de işsizlik oranı %3.5 ile 1969’dan bu yana en düşük seviyeye gerilemiş; Euro Bölgesi’nde büyüme ivmelenmiş; gelişmekte olan ekonomilerden kuvvetlenme yönünde sinyaller gelmeye başlamıştı. Finansal gelişmelere baktığımızda hisse senedi endeksleri tarihi zirvelerinde hareket ediyor, risk göstergeleri oldukça ılımlı bir ortama işaret ediyor, bono ve tahvil piyasaları düşük risklerle makul getiriler sunuyordu. Hülâsa, finansal yatırımcılar mutlu ve piyasa gidişatı da tatmin edici bir düzeyde idi. Yılın en önemli olayı olarak görülen ABD seçimlerinin sonucu erkenden ilan edilmiş ve başarılı ekonomik performans nedeniyle Trump’ın ikinci dönemine kesin gözüyle bakılıyordu. Sadece Çin’in Wuhan eyaletinde etkili olan bir virüs kafa karışıklığı yaratıyor ama işin açıkçası çok da önemsenmiyordu.

Bu tablo Şubat ayının ortasına kadar etkili oldu. Çin’deki virüsün bazı Uzakdoğu ülkelerinde de görülmesi bir miktar tedirginliğe neden olsa da gerek Çinli yöneticilerin gerekse de Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) sakin tavrı konuyu gündemin ilk sıralarından uzak tuttu. Ta ki, Şubat ayının sonuna kadar… Birden bire virüs Avrupa’nın göbeğinde görülmeye ve hızla yayılmaya başladı. Otoriteler sakin davranmaya çalışsa da hastalığın hızla yayılması panik havasına neden oldu. Daha sonra net bir şekilde anlaşıldı ki, başta salgının patlak verdiği Çin’deki yetkililer sonra ise WHO’nun uzmanları geç aksiyon aldıklarından dolayı olay kontrolden çıkmıştı. Olayın küresel bazda bir salgın olarak nitelendirilmesi ancak 11 Mart 2020’de gerçekleştirildi. Böylece pandemi kelimesi ile tanışmış olduk. Bu yıl birçok uluslararası sözlük pandemi kelimesini yılın kelimesi seçtiler. Aslında bu virüs, tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, 2019’un son aylarında ortaya çıkmıştı. Bu nedenle de virüse Covid-19 adı verildi. Yani, hayvanlardan insanlara bulaşan virüsler için kullanılan koronavirüs kelimesinin İngilizce karşılığının ilk iki harfi (co), virüs kelimesinin ilk iki harfi (vi) ve hastalık kelimesinin İngilizce karşılığının ilk harfi (d) ve keşif yılı olan 2019’un 19 rakamı ile adlandırıldı. 2019’un sonunda Çin’de salgına ilk kez dikkat çeken, bu nedenle Çinli yetkililerden büyük baskı gören, sonrasında virüs nedeniyle hayatını kaybeden doktor Li Wenliang, “keşke dikkate alınsaydı!” nidalarıyla Hollywood filmlerine konu olacak bir figür haline geldi. 

Pandemi ilk etapta tüm dünyada büyük bir panik havasına neden oldu. Salgına sebebiyet veren virüsün tam anlamıyla ne olduğunun anlaşılamaması paniği daha da artırıyordu. Nasıl tedavi edilecek, bulaşıcılık nasıl önlenecek, aşı ya da ilaçlar bulunabilecek mi gibi sorularla birlikte her gün vaka ve ölü sayılarının çetelesini tutmaya başladık. Ortada büyük bir belirsizlik ve panik havası vardı. Bir de bu virüsün insan yapımı olduğu ve biyolojik savaş enstrümanı olduğu yönündeki iddialar eklenince panik havası daha da pekişti. Geçen onca zamana rağmen bu iddiaların tam anlamı ile çürütülemediği kanaatindeyiz. Tedavi yöntemleri üzerinde çalışıldı, hastaların bir kısmı deneme tahtasına döndü, bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilmesi gerektiği noktasında mutabık kalınsa da zamanla genç hastaların da sıkıntılar yaşanması net bir tanım konulmasını zorlaştırdı. Yaşlı ve kronik hastalığı olanların daha fazla etkilendiği hususunda mutabakata varılmakla birlikte net bir betimleme yapılmadığını açık bir şekilde dile getirebiliriz. Tüm bu kargaşanın ışığı altında eski yöntemlere başvurularak karantina uygulamalarına gidildi, maske takılması, alkollü dezenfektanların kullanılması şart koşuldu. Bilim ve teknolojinin çok ilerlediği yönündeki iddialarımıza karşılık, ne acıdır ki, yüz yıl önce yaşanan İspanyol gribi salgınına karşı ne yaptıysak onu yinelemek zorunda kaldık! Biz konunun ekonomik hayattaki etkilerine dönelim.

Küresel bazda uygulanan izolasyon önlemleri ile neredeyse tüm dünya evlerine çekilmek zorunda kaldı. Arada İngiltere gibi birkaç istisna “sürü bağışıklığı” denemesinde bulunsa da başarılı olamadı ve daha yüksek bir faturayla karşılaştı: İngiliz Başbakan Johnson ve birçok bakan hastalığa yakalanınca bu uygulamadan hızla geri dönülerek ülke çapında karantina uygulanmaya başlandı. Şu an da baktığımızda pandemi kapsamında en sorunlu ülkelerden birinin İngiltere olması tesadüf olmasa gerek. Karantina uygulamaları ile uzun süreli sokağa çıkma yasaklarının devreye sokulması ekonomik anlamda “ani duruş” etkisi yarattı. Dünya en son böyle bir olayla herhalde 2.Dünya Savaşı’nda karşılaşmıştı. Bu durum bir yandan tedarik zincirini kopartırken diğer yandan ekonomik faaliyet süreçlerini derin bir şekilde aksamaya uğrattı. Zincirleme etkiler üzerinden salgın sayısı birdenbire 1’den 3’e yükseldi. Şöyle ki, Covid-19 yetmezmiş gibi bir de ekonomik salgın ve psikolojik salgın yaşanmaya başlandı ve tablo hızla büyük bir drama dönüştü. Bu gelişmeleri sizlerle iki kapsamlı raporla paylaşmıştık: 26 Mart’ta “İnsanoğlu virüsten KORONA’mayınca” ve 2 Nisan’da “Makro OUT, Mikro IN” başlıklı raporlarda hem mevcut durumu hem de geleceğe ilişkin beklentilerimizi detaylı bir şekilde masa üzerine yatırmıştık. Bugün dönüp geriye baktığımızda tespitlerin büyük bir kısmının gerçekleştiğini görmemiz bizi fazlasıyla mutlu ediyor.

Bu noktada otoritelerin attığı adımları ön plana çıkarmakta yarar var zira Mayıs ayından başlayarak dünya ekonomisini ve finansal piyasalarını bu gelişmeler şekillendirdi. İlk olarak faizler olabilecek en düşük seviyelere indirildi. Bunu otomatikleşmiş bir reaksiyon olarak yorumluyoruz. Mesela, bilimkurgu bir romanda dünyayı Marslıların istila etmesi durumunda merkez bankalarının faiz indirdiklerini okursanız sakın garipsemeyin. Ancak, bu adım tabii ki işe yaramadı. Hiç zaman kaybetmeden merkez bankaları ikinci adımı attılar ve bilançolarını büyüttüler. FED, çok kısa bir zaman dilimi içerisinde bilançosunu 4 trilyon ABD Doları’ndan 7 trilyon ABD Doları’na getirdi. Aradaki fark Türkiye’nin yaklaşık 3 yıllık hasılatı kadar… FED’i diğer tüm merkez bankaları takip etti. Bu adım da tam olarak işe yaradı sayılmaz zira sistemin akışkanlığı sağlanamadığından dolayı para finansal piyasalarda kalıp nihai hedefe ulaşamadı. Bunun karşısında hemen üçüncü adım geldi. Devletler devreye girdi ve hibe, teşvik, destek, borç/kredi ötelemeleri adı altında tarihin görüp görebileceği en büyük mali genişleme adımlarını attılar. Bu adımların bir kısmı taahhüt cinsinden, bir kısmı da erteleme şeklinde olduğundan dolayı tam rakamını hesaplamak imkânsız olsa da 25-30 trilyon ABD Doları tutarında bir rakama denk geldiğini hesaplıyoruz. Yani, dünya yıllık hasılatının yaklaşık olarak üçte biri. Bu adım hem doğrudan etkisi hem de dolaylı etkileri ile birlikte ilk iki adıma da anlam kazandırarak istenilen etkiyi doğurdu. Haziran ayından başlayarak, pandemi etkisini sürdürse de dünya ekonomisinin dipten dönmeye başladığını gördük. 2008 krizinin ilacı olan ultra-gevşek para politikalarının yanına bu defa da ultra-gevşek maliye politikaları eklenmiş oldu. Bu sayede sistemin akışkanlığı yeniden sağlandı. Karantina uygulamalarının sonlanması ile birlikte hızlı bir şekilde normalleşme sağlandı.

Aradaki süreçleri hızla geçip yaz aylarından itibaren gerek reel ekonomide gerekse de finansal piyasalarda yaşanan gelişmeleri yorumlayalım. Aşırı parasal bolluk, tarihin en ucuz maliyeti ile birlikte ekonomik faaliyetleri hızla normalleştirmeye başladı. Şu maliyet kısmıyla ilgili bir rakam vermek gerekirse, şu an dünyada yaklaşık 17 trilyon ABD Doları tutarında tahvil negatif faizle işlem görüyor. İnanılması güç bir tablo! Dünya ekonomisi üçüncü çeyrekten başlayarak Covid-19’un yaralarını sarmaya başladı. Üçüncü çeyreğe ilişkin büyüme rakamları, ikinci çeyrekteki keskin daralmaların hemen hemen bütünüyle telafi edildiğine işaret etti. Ancak, manşet büyümede bir toparlanma olurken kompozisyonunda derin bir ayrışma olduğu gözlerden kaçmadı. Şöyle ki, imalat sanayiinde hızlı bir büyüme performansı yakalanırken hizmet sektörü neredeyse yerinde saydı. Zira, pandemi etkisi nedeniyle insanların sosyal hayata katılmakta zorluk yaşamaları hizmet sektörünün toparlanmasına mâni oldu. Bu nedenle de pandemi sonrası toparlanmayı K harfine benzettik. Harfin yukarı bakan ucu imalat sanayiini, aşağı bakan ucu ise hizmet sektörünü temsil ediyor. Öte yandan, dünyada istihdamın önemli bir kısmı hizmet sektörünce sağlandığından dolayı bu ayrışma istihdam rakamlarının pandemi öncesine göre çok zayıf kalmasıyla sonuçlandı. Bu şekil hala geçerliliğini koruyor ve bize göre pandemi hafifleyene kadar da sürecek. Hatta, iddialı olmak gerekirse, pandemi hafiflese dahi, insanların pandemi öncesindeki rahatlığa kavuşmaları hem kolay olmayacak hem de zaman alacak.

Sanayideki hızlı toparlanma beklenmedik büyük bir etkiye neden oldu: Emtia fiyatları küresel anlamda sert bir artış kaydetti. İlk önce kıymetli metaller, altın ve gümüş fiyatları yükseldi. Aşırı likidite bolluğunun arzı sınırlı olan fiziksel varlık fiyatlarını yukarı itmesi kaçınılmazdı. Zaten, bu süreçte gayrimenkul fiyatlarının da sıçraması bu görüşümüzü teyit ediyor. Sonra hareket emtia dünyasında tarımsallara sıçradı. Birçok raporumuzda ve sunumumuzda bu duruma önden işaret etmiştik. Hatta, NTV’deki bir yayınımızda buğday ve arpa fiyatlarına dikkat çekince tepki görmüştük ancak o günden bu yana yaşanan %40’lık artış haklılığımızı gösterdi. Tarımsallardaki sert fiyat artışının pandemi kapsamı dışında kritik bir nedeni daha vardı: Küresel ısınma. Düzenli olarak veri toplanmaya başladığı 19.yy’nin ortalarından bu yana en sıcak ayları yaşıyoruz ve kuraklık her geçen gün daha da artıyor. Ne yazık ki, ülkemiz de bu dertten fazlasıyla mustarip! Kuraklık etkisi bir yandan rekolteyi etkilerken diğer yandan yarattığı kıtlık endişesi üzerinden stoklama eğilimini kuvvetlendiriyor. Bu da talep artışı yaratarak tarımsal ürün fiyatlarını yukarı çekiyor. Stoklama imkanının daha kuvvetli olduğu yağlı tohumlarda fiyat hareketleri iyice kontrolden çıkmış durumda. Bunun en basit örneğini süpermarkete gidip 5lt’lik bir ayçiçek yağı satın alarak da görebilirsiniz! Emtia cephesindeki fiyat hareketleri sonbahar aylarından itibaren endüstriyel metallere sıçradı. Burada Çin etkisi oldukça baskın. Çin’in bakır, cevher gibi ürünlere ilişkin ithalat rakamlarına baktığımızda rekorlar kırdığını görüyoruz. Bunun ardında Çin’de artan tüketimin de payı büyük. Mesela, Kasım’da otomobil satışları üç yılın en yüksek artışını kaydetti. Emtia cephesindeki son hareket ise aşı umutlarının iyice yeşerdiği son aylarda enerji fiyatlarında yaşandı. Pandeminin zirve yaptığı günlerde finansal işlemlerde, kısa süreli de olsa, eksi fiyatları gören petrolde yükseliş eğilimine geçildi. Brent cinsi ham petrol varil fiyatı kısa sürede 50 dolar seviyesinin üzerine tırmandı. Bu arada hem bu paragrafta zikrettiğimiz nedenler hem de başka unsurlar üzerinden navlun fiyatları da sert yükseliş kaydetti. Hele ki, Çin’e giden gemi konteyner navlun fiyatları üç kattan fazla artış kaydetti. Önümüzdeki günlerde 2021’e yönelik değerlendirmelerimizde daha detaylı bir şekilde ele alacak olmamıza rağmen, emtia ve navlun fiyatlarındaki rekor artışların enflasyonist bir etki doğuracağını bu noktada not düşmekte yarar görüyoruz.

Finansal piyasalar ise likidite bolluğundan şevke geldi. Ünlü çizgi film karakteri “varyemez amcanın” altın paracıklarla dolu devasa kasasında yüzerken içinde bulunduğu pozitif ruh halindeki gibi finansal piyasalar da likidite bolluğunun desteği ile coştukça coştu. Mesela, hisse senedi endeksleri rekor üzerine rekor kırdı. Halbuki, pandemi nedeniyle bazı şirketler zora düşmüşken… Öyle bir noktaya gelindi ki, şirket değerlemelerini ölçmekte kullandığımız Fiyat/Kazanç (F/K) oranları tarihsel zirvelere ulaştı. Mesela, ABD’de beklentiye dayalı F/K oranları 2000 yılından bu yana en yüksek seviyede. O dönemi yaşayanlar hatırlayacaktır, dot.com balonunun patlaması ile takip eden o dönem sonrasında hisse senetlerinde sert fiyat düşüşleri yaşanmıştı. Şimdi de balon oluştuğunu düşünüyoruz ancak o dönemden farklı olarak hem balonu daha da şişirecek nefesimiz var, hem de balonun daha fazla genleşme kapasitesi… Daha piyasa jargonu ile telaffuz etmemiz gerekirse, likidite o kadar bol ki ve finansal piyasalar o derece derin ki, balonun daha da şişmesi olası. Yine de mevcut seviyelerin tarihsel anlamda göreceli olarak pahalı olduğunu not düşmek lazım. Finansal piyasalardaki iyimserliği destekleyen bir diğer unsur ise faizlerin küresel anlamda oldukça düşük seviyelerde olması. Yukarıdaki paragraflarda da ifade ettiğimiz üzere yaklaşık 17 trilyon ABD Doları tutarında bir stok nominal anlamda negatif faizle işlem görüyor. Gelişmiş ülke merkez bankalarının politika faizleri ağırlıklı olarak sıfır seviyesine yakın. ABD 10 yıllık tahvil faizi yıl içerisinde bir ara %0.5 seviyesine geriledi. Bu seviye, enflasyondan arındırıldığı zaman eksi reel faize denk geliyor. Faizler bu derece düşük olunca, fon yöneticileri de getiri peşinde koşarken riskleri daha az dikkate almaya başladı. Bu da küresel iyimserliğin her alana yayılmasını beraberinde getirdi. Risklerinden bağımsız olarak…

2021 yılına girerken küresel ekonomide ve finansal piyasalarında böyle bir tablo ile karşı karşıyayız. Pandemi sürüyor, hatta mutasyona uğrayan virüslerle birlikte yayılma hızı artarak… Ancak, aşı umutları nedeniyle geleceğin daha güvenli olacağı inanışı ile hem mali piyasalar hem de sanayi cephesi bu riski görmezden geliyor. Para politikaları üzerinden sağlanan likidite bolluğunun yanına artık maliye politikaları kaynaklı genişlemeci politikalar eklenmeye başlandı. Her ne kadar Trump giderayak yaklaşık 900 milyar ABD Doları tutarındaki mali teşvik paketini veto etse de 2021’de gelişmiş ülkelerin tamamında yeni ilave mali teşvik paketleri görmemiz kuvvetle muhtemel. Artık genişleme aygıtı merkez bankaları yerine devletler olacak. Bu arada, yazımızın başında sene başında ABD seçimlerinin tartışmasız favorisinin Trump olduğunu belirtmiştik. Ancak, malumunuz Covid-19’dan en çok mustarip olanlardan birisi de Trump oldu ve ayak diremesine rağmen 20 Ocak 2021 itibariyle resmi olarak koltuğunu Biden’a devredecek. 2021 yılı değerlendirmemizde detaylı bir şekilde ele alacağımız üzere bu devir teslim sadece ABD ekonomisi için değil, dünya için de birçok yeniliği beraberinde getirecek. Bu değişimleri doğru okuyabildiğimiz ölçüde geleceği daha iyi tahmin edebileceğiz. 2020 yılına ilişkin değerlendirmelerimizi sonlandırırken 4 hususun altını yeniden çizmek arzusundayız:

  1. Son yıllarda en çok kullanılan klişe sözlerden birisi “değişmeyen tek şey değişimin bizzat kendisidir” idi. Hakikaten de dünya mütemadiyen değişiyor. Bu yıl pandemi nedeniyle bu değişim daha da ivmelendi. Mikro ekonomide belki onlarca yıl sürecek bir değişim sürecinin bu yıl kısa bir zaman dilimi içerisine sıkıştığını gözlemledik. Mesela, e-ticaret gibi… Bunun etkisi gelecek yıllarda da sürecek.
  2. Dünya ekonomisi uzun yıllardır likidite desteği ile yaşamını sürdürüyordu. Bu destek bu sene tabiri caizse abartıldı. Ancak, bu yıla kadar desteğin ağırlıklı olarak para politikaları üzerinden geldiğini görüyorduk. Bu yıl maliye politikaları üzerinden devletler de bu sürece dahil oldu. Bunun şöyle bir yararını gördük, para politikalarının ulaşamadığı noktalara maliye politikaları ulaşabildi. Kısa vadede iyi de oldu. Ancak, orta ve uzun vadede bunun enflasyonist etkileri olabilir. İlerleyen günlerde enflasyon mevzuunu daha detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.
  3. Aşırı bol likidite, risk/getiri ilişkisini daha da bozdu. Likidite bolluğu fiziksel varlık fiyatlarını yukarı itti, aynen olması gerektiği üzere. Zira, canınız istediği kadar para basabiliyorken ne yazık ki fiziksel varlıkların miktarını artırmak mümkün olmuyor. Miktar artmıyorsa kaçınılmaz olarak fiyat artacak. Bu yıl tüm fiziksel varlıklarda, emlaktan otomobile, arsadan tarlaya, emtiadan şirkete varan her yerde değer artışı gördük. Bu nedenle de değerleri parasal metriklerle ölçmek, eskiden olduğu gibi, doğru olmayabilir
  4. Dünya ekonomisinin kompozisyonu bu yıl radikal bir şekilde değişti. Hizmet sektörü oyun dışına çıkarken sanayi cephesinde büyük bir toparlanma kaydedildi. Ancak, unutulmamalı ki, istihdamda aslan payı hizmet sektöründe. Böyle olunca da hizmet sektöründeki zayıflık kalıcı bir istihdam sorununa neden olabilir. Bu da orta ve uzun vadede sosyal sorunları beraberinde getirebilir.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *