Her yıl olduğu üzere bu yıl da yurtdışı mali piyasaların kapalı olmasını fırsat bilip bir yandan 2019’un muhasebesini yapıp diğer yandan da 2020 yılı için öngörülerimizi paylaşmaya çalışacağız. Bunu yaparken de olabildiğince somut gerçeklerden hareket ederek önemli gördüğümüz varlık gruplarına yönelik niceliksel ve niteliksel önermelerde bulunacağız. Bugün ilk olarak dünyada 2019 yılının özetini yapacağız. Bunu yaparken, geleceğe yönelik olası sinyaller üzerinden bir bakış açısı sunacağız. Yarınki bültenimizde, 2020 yılında dünya ekonomisine yönelik beklentilerimizi paylaşacağız. Cuma günü Türkiye ekonomisinde hem bu yılı, hem de 2020’yi ele alacağız. Önümüzdeki hafta Pazartesi günü 2020 yılı için bazı finansal varlık gruplarına yönelik öngörülerimizi belirtip yılın yatırım temaları üzerinde odaklanacağız. Yılın son gününde ise kapsamlı bir değerlendirmede bulunup yılı tamamlayacağız. Böylelikle de, piyasaların sakin olduğu bir dönemi daha geniş bir vizyon ile geleceğe ışık tutacak değerlendirmelere ayıracağız.
2019 yılına başlarken piyasa gündeminin ilk sırasını ABD ile Çin arasında yaşanmakta olan ticaret savaşları teşkil etmekteydi. Öyle ki, bu risk, yatırımcıları büyük bir paniğe sevketmiş ve hisse senetlerinde tabiri caizse çöküşe neden olmuştu. Dönüp geçmişe baktığımızda 24 Aralık 2018 itibariyle ABD’de S&P500 endeksi üçüncü çeyrek sonuna göre %20 düşüş kaydetmişti. Bu oran tarihsel bakış açısı ile oldukça yüksekti. Gelişmiş ülke piyasalarının çoğunda benzer bir durumla karşı karşıyaydık. Zira, ticaret savaşlarının dünya ekonomisini resesyona sokabileceği ve bunun da kredi riskini artırarak yeni bir küresel finansal krize neden olabileceğinden korkuluyordu.
Bu arada spot ışıkları Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) üzerine odaklanmaktaydı zira FED’in faizleri gereksiz yere artırarak resesyon riskini yukarı çektiğinden şikayet ediliyordu. FED, yılın genelinde faizlerde 4 kez faiz artırımına gitmiş, daha da önemlisi son artırım kararını resesyon bulutlarının arttığı 19 Aralık günü almıştı. Her ne kadar Kasım ayından başlayarak faiz artırımlarının sonuna gelindiğine vurgu yapılsa da FED’in son adımı gereksiz bulunuyordu. Bu noktada Başkan Powell devreye girdi ve Aralık ayının ikinci yarısında yaptığı açıklamalarla gerekirse faiz indirimine gidilebileceğinin sinyalini vererek piyasalardaki kanamayı durdurdu. Geriye dönüp baktığımızda Powell’in o açıklamalarının ne derece oyun değiştirici nitelikte olduğunu daha iyi görebiliyoruz zira o tarihten bugüne S&P500 endeksi tam tamına %37 değer kazanmış…
2019 yılına böyle bir ortamda başladık. Yılın ilk çeyreğinde merkez bankaları devreye girdi. Başta FED ve ECB olmak üzere her taraftan gelen gevşeme sinyalleri son dönemde kaydedilen kayıpların geri alınmasına yardımcı oldu. ABD ile Çin’in müzakere masasına oturması da bu eğilimi destekledi. Hava 180 derece döndü ve resesyon kaygıları ikinci plana itildi. Merkez bankalarından beklenen faiz indirimleri daralmaya işaret eden imalat sanayi PMI verilerini gölgeledi. Öyle ki, dünyada 7 ay boyunca imalat sanayiinde daralma yaşandığına ilişkin verilere karşın mali piyasalardaki iyimserlik sürdü. Tam gaz bitti derken merkez bankalarının sözlü müdaheleleri somutlaşmaya başladı. FED, Temmuz’dan başlayarak art arda 3 toplantıda faizlerde 25 baz puanlık indirime gitti. Yetmedi, repo faizlerinde sıçrama yaşanınca üstü örtülü nitelikte parasal genişlemeye gitti: Yaklaşık 5 sene sonra ilk kez bilançosunu büyüttü (bu kararı aldığı Eylül ortasına göre bilançosu şu an itibariyle 380 milyar USD daha büyük).
ECB’nin de davranışı tıpkı FED gibi oldu. İlk olarak eski başkan Draghi tahvil alımlarına yeniden başlanacağının sinyalini verdi, sonra da Eylül ayında 5 yıl aranın ardından ilk kez faiz indirdi. Sonra ECB’de yapısal bir değişim yaşandı, Draghi’nin yerine IMF Başkanı Lagarde geçti. Lagarde, tıpkı Powell gibi hukukçu olmakla birlikte Powell’in aksine hiç para politikası tecrübesi yoktu. Fransa Maliye Bakanlığı görevinin ardından IMF’nin başına geçmiş ve daima yapısal konulara yoğunlaşmıştı. Lagarde’nin ECB’nin başına geçişi belki de para politikasının küresel anlamda seyrini değiştirebilecek nitelikte… Hatta bunun etkilerini 2020’de daha net göreceğiz kanaatindeyiz. Lagarde, para politikasının sınırlarına gelindiğini, bu noktadan itibaren maliye politikasının kullanılması gerektiğini, bunun için de Almanya gibi bütçe fazlası veren ekonomilerin harcamaya başlaması gerektiğini belirtti. Bu açıklama Almanya’dan büyük tepki görse de yaşanan siyasal kriz nedeniyle tepki düşük perdeden dillendirildi. Almanya’nın son 15 yılına damgasını vurmuş olan Merkel’in görev süresinin sonuna yaklaşılırken iktidar ortağı Sosyal Demokratların başkan değişikliğine gitmesi koalisyonun geleceğini büyük riske atmıştı. Yine de, ECB’nin ultra-gevşek para politikası duruşu + Lagarde’nin maliye politikasının kullanılması önerisi + IMF’nin “helikopter para” önerisini sandıktan çıkarması finansal piyasalara ilaç oldu. Avrupa borsa endeksi niteliğindeki Stoxx600, 2019 yılını %24 artışla kapatmaya hazırlanıyor.
Gelişmekte olan ekonomiler (EM) bu gelişmelere oldukça olumlu tepki verdi. İlk olarak, gelişmekte olan ülke merkez bankalarından art arda ve yüksek oranda faiz indirimleri geldi. Her ne kadar Arjantin büyük bir ekonomik krize girip bir süreliğinde EM yatırımcılarını rahatsız etse de bu eğilim oldukça sınırlı kaldı. Sonuç itibariyle de EM piyasaları 2019 yılını muazzam oradan bir değer artışı ile bitirdi. İşini göreceli olarak iyi yapanlar ve geçmişte yaşanan krizler nedeniyle varlık fiyatlarında büyük erozyona maruz kalmış ekonomiler 2019’un yıldızları oldu. Bu kapsamda, Rus hisse senedi endeksi ABD Doları bazında %50’nin üzerinde, Yunan borsası ise %45 civarında değer artışı yaşadı. Borsa performansları açısından neredeyse yılı ekside bitiren yokken Asya endeksleri, Çin ekonomisindeki yavaşlama ve siyasal/diplomatik belirsizlikler nedeniyle yılı göreceli olarak zayıf tamamladı. Mesela Kore borsa endeksinin USD bazında çok ufak oranda artıda kapatacağını gözlemliyoruz.
2019 yılında finansal sektör ile reel ekonomi arasında “dışı seni, içi beni yakar” atasözündeki gibi sert bir ayrışma yaşandı. Finansal cepheyi yukarıda anlattık. Reel anlamda son 10 yılın en zayıf ekonomik büyümesi kaydedildi. IMF’nin güz tahminlerine göre bu yıl küresel GSYH’nin %3.0 büyümesi öngörülüyor. Gelişmiş ekonomilerde ekonomik yavaşlama sürpriz bir durum değil. Ancak, gelişmekte olan ekonomilerdeki ivme kaybı sürpriz nitelikte oldu. Mesela, Çin ekonomisinin yılı %6.1 büyüme ile son 27 yılın en zayıf seviyesinden tamamlaması bekleniyor. IMF bu tabloyu “senkronize yavaşlama” olarak tanımlıyor. Bu tanım ne anlama geliyor? Eskiden, gelişmiş ekonomilerin yavaşladığı anlarda, gelişmiş ülke merkez bankaları matbaanın başına geçer ve para basardı, bu para gelişmekte olan ekonomilerde tüketimi finanse ederdi, bu tüketim ise gelişmiş ülke mallarına yönelmek suretiyle ekonomik yavaşlamayı tersine çevirirdi. Bu defa, gelişmekte olan ekonomilerdeki ivme kaybı ve yüksek borçluluk nedeniyle bu oyunun yinelenmesi neredeyse imkansız gibi…
2019 yılında kafa karıştıran tek unsur finansal ve reel ekonomiler arasındaki keskin ve derin ayrışma değildi. Aynı zamanda dünyanın birçok farklı bölgesinde yaşanan sokak gösterileri, siyasal kırılmalar, sosyal değişimler de piyasa cephesinden bakanları dahi şaşırttı ve ürküttü. Yılın geneline baktığımızda Hong Kong’daki gösteriler 6 ayı aştı. İran, Lübnan, Mısır, Meksika gibi gelişmekte olan ülkelerde yaşanan sokak olayları; Latin Amerika’da birçok yerde başgösteren ve bazılarında sistem değişikliğine varan hadiseler; Fransa’da dönem dönem alevlenip sonrasında sönen gösteriler; Hindistan ile Pakistan’ın savaşın eşiğine gelmesi; Afrika’da yönetim değişiklikleri; Suriye merkez olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan insanlık dramı… saymakla bitmeyen ve önceki yıllara göre hem nitelik hem de nicelik anlamında artan olaylar.
Bir de siyasal gelişmelerden dem vurmak lazım. Avrupa’da başlayan, İngiltere’nin AB’den ayrılma talebiyle ivmelenen, ABD’de Trump’ın seçilmesi ile zirve yapan bir eğilim var ki, dünya siyasetinin iyice sağa kaymasına neden oldu. Bu eğilimi muhakkak ki dikkatli irdelemek gerek zira önümüzdeki yıllara da damgasını vuracağa benziyor. Bu gelişmeleri tesadüfi görmemek gerek. Gelir dağılımda ivmelenen bozulma, ticaret savaşları nedeniyle ticaret pastasındaki küçülme, demografik anlamda dünyanın yaşlanması, artan mülteci hareketleri nedeniyle kuvvetlenen korumacılık, teknolojik gelişimlerden dolayı geniş çapta istihdamın risk altında olması küresel bazda sosyal ve siyasal değişimleri kaçınılmaz kılıyor. Berlin Duvarı yıkıldığında artık duvarların geride kaldığını, dünyanın sınırı olmayan bir köy haline geldiğini savunurken şimdi 70 civarında ülkenin sınırı duvarlarla örülü… Daha da önemlisi fikirler de duvarlarla ayrışmaya başladı. Bu derece korumacı politikaların çatışmacı bir ortam yaratması kaçınılmaz. Dünyanın temel olarak ekonomik zorluklardan kaynaklı bir güdü ile siyasal ve sosyal anlamda bir açmaza doğru ilerlediğini, bunun yerinde politikalarla giderilememesi durumunda daha çatışmacı bir geleceğin olası olduğundan kaygılanıyoruz.
Reel ekonomi ile finansal göstergeler arasındaki ayrışmanın belki de tek istisnası emtia fiyatları idi. Bir yandan resesyon kaygısı, diğer yandan geçmişte artan kapasitelerin arz yönlü baskılar yaratması emtia fiyatları üzerinde aşağı yönlü baskılar yarattı. Endüstriyel madenlerin büyük bir kısmı yılı düşüş ile tamamlamaya hazırlanıyor. Her ne kadar nikel ve demir cevheri gibi metalar arz yönlü şoklardan dolayı sert yükselişler gösterse de bakır, alüminyum, çinko ve kurşun gibi sanayiinin temel yapıtaşları yılı düşüşle tamamlıyor. Petrol cephesi de yıl boyunca zayıf bir performans izledi. OPEC’in arz kısıntısı ve finansal yatırımcıların talebi ile son aylarda fiyatlarda yaşanan toparlanma ile Brent cinsi ham petrol varil fiyatı yılı 67 dolardan tamamlıyor. Geçen sene sonuna göre artış oranı yüksek görünse de 2018 yılı Eylül ayında fiyatın 85 dolara kadar tırmandığını not düşmek lazım. 2019’un emtia liginde en başarılı unsurları kıymetli madenler idi… Faizlerin gerilemesi ve artan jeopolitik riskler altın ve gümüşü desteklerken teknolojik gelişim ile artan talep paladyumda rekorlara, platinyumda ise aksine sert düşüşlere neden oldu.
Bu görünümün ışığı altında 2019 yılını finansal piyasalar penceresinden mutlu ve mesut; reel ekonomi penceresinden hafif kaygılı; siyasal ve sosyal cepheden ise endişeli bir seyirle tamamlıyoruz. Bu tablonun 2020 boyunca da sürmesi zor görünüyor zira ya reel ekonomideki sorunlar finansal alandaki gelişmeleri balon statüsüne koyacak, ya da reel ekonomi toparlanınca faizlerde yaşanacak yükseliş finansal alanda kar realizasyonunu gündeme getirecek. Bunu da yarınki bültenimize saklayarak sizlere mutlu ve huzurlu bir gün dilemek istiyoruz.